USD 0,0000
EUR 0,0000
USD/EUR 0,00
ALTIN 000,00
BİST 0.000

Hanna’dan Anna'ya Dönüşüm

16-04-2025

Din, dil, ulus ayrımcılığı olmayan yeni bir dünya yaratalım.

Charlie Chaplin

İnsanlar ortak yanları olan kişilerle, kültürel benzerleriyle birlikte oldukları zaman kendilerini daha güvende hissederler. Bu duygu aidiyet duygusunun küçük bir ayrıntısıdır. Aidiyet duygusu sadece insanlara karşı olmayıp belirli bir görüşe dine, ırka, mekâna duyulan bağlılık şeklinde de tezahür edebilir. Hemşerilik duygusu, ortak coğrafya aidiyet duygusunun belirleyicilerindendir. Çoğumuz o duyguya sahip olduğumuzun farkına bile varmayız, ta ki ait olduğumuz herhangi bir şeyden koparılıncaya kadar. İsveçli yazar Anna Melle ile "Hanna'dan Anna'ya" adlı kitabını konuşurken, hayatını kısaca anlattığı sırada bu duyguyu adeta yaşadığını hissettim. Evet, aidiyet duygusu.

 Mezopotamya'nın küçük bir köyünde doğup da koşulların onu şimdi yaşamakta olduğu İsveç'e taşıyana kadar yaşadıkları, onun hiç de kolay bir hayatı olmadığını hissettiriyor. Yaşadığı acı tatlı olayları anlatırken aidiyet duygusunu halâ yüreğinde taşıyan o küçük kızı görür gibi oldum.  Anna iç içe geçmiş iki farklı aidiyet duygusunu yaşıyor. Birincisi doğduğu ülke olan Türkiye'ye, diğeri şu an yaşamakta olduğu ülke olan İsveç'e karşı duyduğu aidiyet duygusu. 

 "Artık ben bir İsveçliyim, bir İsveçli Süryaniyim" diyor Anna. Adının Hanna'dan Anna'ya dönüşmesinin sebebi de bu. Yeni bir kimlik sahibi olması. 

 Anna’nın Türkiye'de doğduğu köy Miden'de Müslümanlar ve Hristiyanlar birlikte yaşıyorlarmış. Birlikte yaşadıkları köyde Kıbrıs olaylarından sonrası çıkan huzursuzluk, Hristiyan olmaları üzerinden suçlanmaları, azınlıklara karşı duyulan düşmanlık duygusu, iki farklı dine mensup insanların arasının giderek bozulmasına sebep olmuş. Süryaniler artık iş bulmakta zorlandıkları için ve can güvenliği korkusuyla göç etmeye başlamışlar. Birçok zanaata hâkim olan bu insanların göç etmesinin kalanlar için bir kayıp olduğu çok sonra anlaşılmıştır.

 Çocukluğunun insanların inançları yüzünden ayrımcılığa uğradığı bir döneme rastlaması ilk şanssızlığı, oysa o sıralarda "Süryanilik" kavramını bile henüz duymamış yedi yaşında bir çocukmuş Anna. Köyde dışlanmaya başlamalar sebebiyle İstanbul'a göç etmişler. Hayatının ikinci şokunu İstanbul'a gittiklerinde normal okula kabul edilmeyip azınlıkların gittiği bir okula gitmek zorunda kalınca yaşamış. Gittiği okul Büyükada’da olduğu için ailesinden ayrılmak zorunda kalmış. Okulda Süryanilerden başka Rumlar, Ermeniler, Yahudiler gibi azınlıklar da varmış. Anna o günleri anlatırken böyle bir eğitim sürecinde güzel ilişkiler kurduğunu ve bu durumun ona çokkültürlülüğü kazandırdığını söylüyor. 1976 yılında göç ettikleri İsveç gibi gelişmiş bir ülkeye kolay uyum sağlamasında bu çokkültürlülüğün etkisi olduğunu düşünüyor. O günden beri İsveçliyim diyor. 

 Anna İsveç'te evlenip beş harika çocuk sahibi olduğunu ve çok mutlu olduğunu anlatıyor. 2003 yılında Jönköping üniversitesinden Sosyal Bilimler ve Tarih bölümünden öğretmen olarak mezun oluyor, Jönköping mahkemesi ve Göta İstinaf mahkemesinde yargıç yardımcılığı görevlerinde bulunuyor. Bugün hala birçok konuda çalışmalarını sürdürüyor. Kültürel etkileşimler, kültürel çalışmalar, sağlık hizmetlerinde hasta yaklaşımı konularında etkinlikler düzenliyor, konuşmalar yapıyor. Birçok dernekteki çeşitli komitelerde görevler alıyor. Kilise etkinliklerine katılıyor. 

Bu çalışmaların arkasındaki amacının çeşitli kültürlerden gelen kişilerin ortak bir yaşamda buluşmalarını, birbirlerini anlamalarını, birbirleriyle yardımlaşmalarını sağlamak olduğunu söylüyor. Kişisel deneyimlerinin mesleki başarısını oldukça etkilediği kanaatindeyim. 

 Anna'nın İsveç'te kültür ve entegrasyon alanında bir danışmanlık şirketi var. Kırk yılı aşkın bir zamandır çokkültürlü bir toplumda entegrasyon çalışmaları alanında hizmet vermek ona özgünlük kazandırmış. Uzmanlık alanında yazdığı kitaplardan başka hayatını anlattığı Hanna'dan Anna'ya adlı otobiyografik kitabı ve en önemlisi Naum Faiq’i anlattığı biyografik kitap ile toplam 12 kitabı var. Kitaplar İsveç dilinde yayınlanmıştır.

 Kültürel etkileşimler alanında verdiği konferanslardan birini YouTube'dan izlerken onun işini ne kadar sevdiğine tanık oldum. Sevgili Anna hep gülümsüyor içindeki sıcaklığı karşısındakine adeta enerji, sevgi ve şefkat olarak yansıtıyor. Ben artık İsveçliyim derken halâ doğduğu ülkeye, Mezopotamya’ya karşı bir aidiyet duygusu taşıdığını ve hüzünlendiğini hissediyorum. Kendi ifadesiyle Hanna'dan Anna'ya dönüşmesinin hiç de kolay olmadığını, gizli yaralar bıraktığını hissediyorum.

 Anna ile olan arkadaşlığıma gelince; Süryaniler hakkında yazdığım makaleler, araştırmalar çeşitli ülkelerde yaşayan Mardin’den, Mezopotamya'dan göç etmiş Süryani ve diğer etnik gruplardan arkadaşlar kazanmama vesile oldu. Bu benim için büyük bir şans. Çokkültürlülüğün küçük bir parçasını ben de yaşamış oldum. Anna ile ortak arkadaşlarımız ve sosyal medya arkadaşlığımız hayatıma yeni bir boyut kazandırdı. Coğrafyanın insan karakterini belirlediği tezine inanacak gibi oldum. Hepimiz insan sevgisi konusunda birbirimize benziyoruz. Anna’ya baktığım zaman Mezopotamya kadınlarının sıcak gülümsemelerini, anne yüreklerini görüyorum. Diğerleri ile de çok sıcak arkadaşlıklar kurduğumun farkındayım, kiminin annesi, kiminin ablası, kiminin yengesi, kiminin bir tanesi oluyorum. Hangi etnik gruptan olursa olsun onlara hitap ederken “can” diyorum. Anadolu insanının sevgi dolu yüreğini hissediyorum. Etnik kimliğimiz, dinimiz, rengimiz ne olursa olsun barış içinde birlikte yaşamayı ilke edinmeliyiz.

 Anna ve tüm canlara selam olsun.