“Vatan neresidir diye sorduklarında atalarımızın mezarının olduğu her yer diye cevap vermiştim sana.”
Diriliş /Ertuğrul.
Ötekileştirme bir grup içerisinde farklı özellikler taşıyan kişilerin grubun diğer üyeleri tarafından dışlanmasıdır. Ötekileştirme ayrımcılık, baskı ile farklı olan kişilerin grup dışında bırakmak için yapılan eylemler çeşididir. Dışlama ve ayrımcılık ile belli bir grup için önyargı yaratma biçimidir. Kişisel bir boyutu olsa da kitlesel davranışa dönüşmesi an meselesidir. Bütün hepsi kötüdür şeklindeki önyargı bir toplumu felaketlere sürükleyebilir.
Ötekileştirme genellikle din, dil, ırk farklılığı üzerinden doğmaktadır. Aynı din içerisinde farklı grupların mezheplerin birbirine baskı uygulaması gibi ayrımcılık biçimlerini birçok inanç sisteminde görmekteyiz. Hatta aynı dine bağlı mezheplerde de birinin diğerine karşı baskı oluşturması, üyelerini dışlaması görülmektedir. Müslümanlıkta Alevilere uygulanan baskı ile Hristiyanlar arasındaki Katolik-Ortodoks ayrımcılığı bunlara örnek verilebilir. Sünnilere göre Aleviler ötekidir. Yine Ortodokslar Katolikler, Protestanlar birbirlerine göre ötekidir. Bu örnekler ırklar, diller, renkler üzerinden çoğaltılabilir.
Ötekileştirme ile göç arasında bir korelasyon vardır. Göç sonucu göçenlere ötekileştirme uygulandığı gibi ötekileştirmenin sonucu dışlananların göç ettiği de görülmektedir. Tercihli göç, iltica ya da sığınma sonucu insanların gittikleri yeni mahallerde ötekileştirmeyle karşılaşmaları sürpriz değildir. Görülen baskı ve tavır sonucu ötekileşir insanlar. Ötekileştirme, ötekileşme, yabancılaşma ve aidiyet duygusu toplumda birbiri ile iç içe geçmiş dinamiklerdir.
Geçen yazımda Anna Melle'nin hayatını yazmış olduğu "Hanna'dan Anna'ya adlı kitap üzerinden Anna’yı anlatmış, Anna’nın yaşadıkları üzerinden aidiyet duygusuna, yabancılaşmaya, kimlik değişikliği ile ötekileşmeye kısaca değinmiştim. Mardin'den büyük şehirlere göçen hemşerilerimin “Biz de ötekileştirme mağduruyuz, bizi niye yazmadın?” demeleri üzerine konuya bir kez daha değinmek istedim. Ben de dolaylı olarak göç eden bir aileden olduğum için benzer duyguları yaşadım ve kendi deneyimlerim üzerinden de durumu değerlendirmek istedim.
Bu yazı, kişisel deneyimlerden yararlanarak kitlesel boyuttan çok kişisel olarak yaşanılan ötekileştirmeyi Mardin özelinde anlatmaktadır. Mardin'de yaşayan Hristiyanların bazı yıllarda göçleri incelendiğinde Mardin’den Ortadoğu ülkelerine göç edenlerle Avrupa ülkelerine gidenlerin farklı uyum gösterdiği gibi farklı tepkiyle karşılaştıkları bilinmektedir. Kültür benzerliği olan ülkelere göç edenler Batı ülkelerine göç edenlere göre daha az baskı ve dışlanma ile karşılaşmaktadırlar. Uyumlanma daha fazladır.
Belirli bir süre geçtikten sonra vatan hasretinin ağır basması sonucu dönenler de görülmektedir. Yurt içi göç edenlerden de Mardin’e dönenlere, dönmek isteyenlere, isteyip de dönemeyenlere rastlanmaktadır. Görüştüğüm kişilerin çoğu ötekileştirme karşısında ilk karşılaştıkları tepkinin zamanla beklenebilir bir davranışa dönüştüğünü, “Sen bizden değilsin.” tavrına alıştıklarını söylemişlerdir.
Küçük bir limandan okyanusa açılmak gibidir mültecilik, insan gittiği yerin yani okyanusun büyüsüne kapılırken aklı geride bıraktığı o limana takılı kalır. Terk etmek zorunda kaldığım köy beni annem gibi koruyan, büyüten, hayat hazırlayan, bunu yaparken de birçok anı kazandıran yerdi. Doğduğun yer var olduğun, seni sen yapan topraktır. Belki onun için anavatandır. Vatan tadına alışık olunan ekmektir, sudur, komşularındır, atalarından sana miras kalan geleneklerinin yaşandığı yerdir. Kilisenin, mezarlarının olduğu yerdir. Kişi gittiği yere alışsa da gerçek yerinin neresi olduğunu bilir, hisseder. Hep geri dönmek ister. Aidiyet duygusunu söküp atamaz. Gittiği yerde zaten ötekidir. Ötekileştirmek üstüne tuzu biberi olur.
Göç sonrası gidilen ülke her zaman ikinci vatan olmuyor maalesef. Yeni mekân, yeni kimlik ne kadar üstün ve avantajlı olursa olsun o aidiyet duygusundan, özlem duygusundan kurtulmak zordur. Ne kadar uyum sağlamaya çalışılsa da ötekileşmekten kaçılamıyor, gidilen ülkede zaten öteki olunuyor. Bir de insanların ayrımcılıktan kaynaklanan manevi baskıları, merakları insanları bezdiriyor.
Göç tarihi incelendiğinde azınlıkların göçleri sadece Mardin, Mezopotamya ile sınırlı değil. Tarih boyunca bütün dünyada benzer durumlara tanık oluyoruz. Ortadoğu ülkelerinde hala benzer durumlar yaşanmakta. Suriye’de Alevilere uygulanan soykırım olayı bunun en son örneği. Gazze’de Filistinlilerin kırımı da öyle.
Türkiye'de her yeni tanışmada yapılan "Nerelisin?" sorgulaması bir ön sınav, ön yargılama halini almıştır. İnsanları doğduğu yere göre tek tip olarak görme eğilimi yaygındır. Bir şehrin bütün mukimlerini tek bir kalıpla damgalamak önyargısı her yerde görülebilir. Cevaplarsanız sorgulamanın devamında yeni koşullara uygunluğunuzu ölçen sorular sorulacaktır. Herkes Müslüman-Türk olmak zorundadır sanki.
Osmanlının son yılları, Cumhuriyetin kuruluş dönemine rastlayan yıllarındaki tek dil ve tek dini olan ulusçuluk politikaları ötekileştirmenin başlangıcı olmuştur. 1915 kırımı, tehciri ders alınması gereken olaylar zinciridir. Olaylar öncesinde devam eden ötekileştirme sonraki yıllarda da devam ederek bugüne kadar gelmiştir. 1934 de uygulanan iskan kanunu ile uygulanan sürgünler, yine 1934 Trakya bölgesinde Yahudilere uygulanan asimilasyon ve göçe zorlama ötekileştirmeye verilebilecek örneklerdir.
Günlük hayatımızda defalarca sorgulandığımızın farkına varmayız. Sorgulama hiç bitmez, yaşınız işiniz eşiniz hep sorulur. Çocuk sayınız önemlidir, ama neden önemli olduğunu tahmin etmek güçtür. “Onlara kız vermem.”, “O falanca yerden gelenlerle oynama, konuşma.”, “O ırka mensup ise iş verme.”, “O bölgenin insanları şöyledir.” gibi sözleri çok sık duyabilirsiniz. Tümüne birden “Sen bizden değilsin." tavrı diyorum. Bu tavrı her zaman "sorguya çekilme" olarak ifade ediyorum. İnsanları ötekileştirmemeliyiz.
Son söz, ötekileştirme insanlığın kaderi olmamalıdır. Ayrımcılık hangi sebeple olursa olsun insanlığın baş belasıdır, farkındalık yaratılması gereklidir. Yapılan yanlışların neresinden dönersek kârdır.
Nesrin Aykaç