Uluslararası PEN Yazarlar Birliği Türkiye Denetleme Kurulu üyesi olan Yazar Seyfettin Araç, doğduğu toprakların, eğitim gördüğü okulların yarattığı içsel duygu ve bilgileri harmanlayarak hayata farklı ve evrensel bir pencereden bakmayı ve romanlarında okuyucularıan yaşatmayı başarmış donanımlı bir yazar.
Yazarla son çıkan ve kısa sürede edebiyat dünyasında konuşulan " Zamanı Tanrı Yaşar" romanı üzerine konuştuk.
Mardin Artuklu Üniversitesi öğrencileri ile gerçekleştirdiği söyleşinin ardından sorularımıza cevap verdi. Biz de okurlarımızla paylaşmak istedik.
Mehmet Çelik
Yeni romanınız “Zamanı Tanrı Yaşar”ın ortaya çıkış sürecinden bahseder misiniz? Bu eseri “çıraklık eseri” olarak nitelendirmenizin altında yatan düşünce nedir?
-‘Zamanı Tanrı Yaşar’ iki seneyi aşan uzun bir çalışmadan ve derin araştırmadan, kurguyla gerçeğin harmanlanmasından sonra ortaya çıkan yeni türde bir eser oldu. Bir arkadaşımız öldü ve bu roman doğdu diyebilirim. Diğer eserlerime haksızlık etmeden, onların da çok değerli olduklarını bilerek ki öyle yazarak girdiğim bu uzun yolculukta, yazarlık kariyerimde çıraklık, kalfalık ve ustalık ismi altında üç eser seçeceğimi biliyordum. Diğer eserlerime bunu atfetmedim fakat bu roman şu ana kadar yazılan en nadide çalışmam oldu diyebilirim o yüzden ‘Çıraklık Eseri’ olarak adlandırdım.
Roman yazım sürecinizde sizi en çok zorlayan ve aynı zamanda keyiflendiren yönler neler oldu?
_Her eserin yazım süreci başka bir alem, başka bir keyif ve roman yazarken zorlandığım her şey aslında en hoşuma giden detay olur çünkü kendine meydan okumayı seven bir yazarım. Belki de bu yüzden her eserimde daha önce denenmemiş türde yeniliklerle çıkıyorum okuyucunun karşısına. Romana başladığım ilk haftalar ve elbette bitime yakın haftalar bebek bekleyen baba adayı gibi doğacak yeni eserimin alacağı tepkileri, etkileyeceği hayatları, raflarda duracağı şekli heyecanla bekliyorum. Sanırım en keyifli yanlarından biri de bu zamanlar içinde yaşadığım heyecan dalgası.
Kitabınızda aşk, kefaret, hüzün, yalnızlık ve kader gibi güçlü temalara yer veriyorsunuz. Bu temaları seçmenizde etkili olan kişisel deneyimler veya gözlemler hangileri?
- Benim için hüznün ve melankolinin yazarı demişti bir köşe yazarı. Sanırım çok haklı; ben aşkın kefaretin, hüznün, yalnızlığın yazarıyım ve kadere kafa tutan bir kalem sahibiyim. Yarattığım eserlerin türünü daha üniversite dönemlerinde etkilendiğim yazarlardan almıştım, değişmeyeceği aşikardı. Polisiye veyahut komedi yazacak değildim çünkü elimi taşın altına koyup gerçek olayları kurguyla birleştirip okuyucuya sonsuz bir yolculuk vadetmek istiyordum. Yaratacağım karakterlerin Raskolnikov’dan veyahut İnce Memed’ten eksik kalır yanı olmamalı aksine daha marjinal kimlikler yaratmalı ve roman kahramanlarımla okuyucuda iz bırakmalıydım. Bu hedefte iyi bir yolculuk yapıyorum, farkındayım.
Bir cenaze yolculuğu sırasında yaşadığınız duygu ve düşünceler, romanın oluşumunda nasıl iz bıraktı?
Çıktığım o deruni yolculuk aslında ben farkında olmadan romanın ana temasını oluşturdu ve o acılı cenaze artık sıradan, alelade, alıştığımız bir cenaze olmaktan çoktan çıkmıştı benim için. Duygular ve düşünceler birbiriyle savaş haline girdiğinde iyi bir eser ortaya çıkacak diye düşünürüm hep ve ardından hemen kaleme kâğıda sarılıyorum; ilk dönemlerde yazdığım amatör denemelerde böyleydi şimdi de böyle. Romanlarımın oluşumunda ruhumdaki çizikler birer derin iz olarak bir süre hayatımın merkezinde duruyor sonra karakterlere yüklenen sorumluluklarla üstümden o yükleri atıp romanın dolmasına ve yüklü ruhumun boşalmasına çalışıyorum.
Romanınızda yer alan altı farklı anlatıcının hikayeye kattığı çoklu bakış açısının okuyucu üzerindeki etkilerini nasıl değerlendiriyorsunuz?
- Bu denediğim tür ülkemizde ilk defa yapılan bir roman çalışması oldu. Avrupa’da benzerleri pek olmasa da birkaç örnek sıralanabilir. Normalde okuyucu tek bir anlatıcının anlatımını bekler ben ise bu romanda altı kahramanımı altı farklı anlatıcı yaparak okuyucunun karakterler ve olaylar arasında düşünce sarmalını, karmaşık gel git’ini sarsmak istedim. Çoğulcu anlatım, farklı pencerelerden sunum, değişik bakış açıları okuyucuyu tarumar etsin istedim ve sanırım istediğimi zamanla elde edeceğim. Çünkü okuyucu, yarattığım yeni türü hem çok beğendi hem de kıyıdan köşeden eleştirdi ki bu benim en çok istediğim nüanstı. Yeniliklerle dolu romanlar okuyucu yaşadığı alemden alsın istiyorum tek amacım bu; düşsel bir zamana geçip romanı orada yaşayarak okusun istiyorum.
Bu anlatıcıları seçerken ya da oluştururken nelere dikkat ettiniz? Karakterlerin sesleri ve anlatım biçimleri arasında bilinçli bir fark yaratırken hangi edebi stratejileri benimsediniz?
- Ben bir roman yazmadan önce her karakterime bir defter açarım, o deftere tüm gizlerini, sırlarını, netliklerini, açıklıklarını, tuhaflıklarını, bilmezlerini, güzelliklerini, çirkinliklerini yazarım. Fakat karakterlerimin dış görünüşünü okuyucuya bırakır kendilerince bir düşünce deryasında yüzdürsünler isterim. Altı karakterin birbirinden çok farklı olması, her birinin kendi dünyasında savaş ganimeti gibi kefaretle yaşaması, mutlu mutsuz ruh hallerinin esiri olması, başarılı başarısız bir halde hayatlarını devam ettirmesi önemli detaylardı. Başka yazarlardan, ustalardan üstadlardan bu konuda inanın ki feyz almadan salt kendi dünyamı yaratma uğraşı içinde oldum hep. Girdiğim zorluğun derinliğinde boğulmadan çağımın en iyisini sunmak için muazzam karakterler inşa ettim. Bir edebi strateji dersek; o da kendi yarattığım türlerin benimle yüzyıllar boyu anılması hayali derim sadece. Seyfettin Araç edebiyatı, Seyfettin Araç kalemi, Seyfettin Araç stratejisi daha doğru bir düşünce hayali olur.
“Zamanı Tanrı Yaşar, biz insanlar ölmek için yaratıldık” beyiti ve yazıtı, eserinizi isimlendirmede etkili olmuş. Bu kavram size ne ifade ediyor ve romanın genel yapısındaki yerini nasıl tasvir edersiniz?
- Romanın başından sonuna değin okuyucunun iç sesinden tekrarlayacağı bir beyit olacak bundan eminim. Orta kısımlarda bir yerde sohbette konusu geçen bir beyit fakat romanı özetleyen bir gerçek söz. Ben Mardinli bir yazarım, bu coğrafyanın kitaplarını yazacaksam kimlik kavgasına girmeden ve aidiyet duygularının kardeşliğinden dem vurmalıyım diye düşündüm. O yüzden en eski Türk beyitlerinden birini kullanarak aynı toprağın fidanları olduğumuzu tüm farklı dillere, dinlere, kimliklere sunmak istedim. Edebiyat birleştirici güç, sanatta ve edebiyatta sen, ben, onlar, bunlar yok biz varız ve bu minvalde kelimelerin sonsuz birleştiriciliğini seçtim.
İsmin, romanda yer alan temaların ve karakterlerin içsel yolculuklarının yansıması olduğunu söylemişsiniz. Bunu eser boyunca nasıl pekiştirmeyi hedeflediniz?
Bir eseri kafamda oturttuktan sonra ilk önce ismini yazarım, daha sonra karakterleri ve olay örgüsünü yani romanın gövdesini oluştururum. Yaratacağım romanın ismi o yüzden iki alternatifli olur ve illa ki birini seçerek kitabı raflara çıkarırız. O yüzden belirlediğim iki isim de ilk sayfadan son sayfaya değin kendini hissettirsin diye özel uğraşlar içinde olur, romanın ruhuna onu ekler, okuyucuda tesiri olsun diye dikkatli çalışır, özenli bitiririm. Bir kitabın tüm karakterleri nasıl ki benim seçimimse isim de tema da benim bilinçli çalışma ve özel ilgi alanım.
Özellikle Mikail karakteri üzerinden işlediğiniz vicdan, suçluluk ve kefaret temaları hakkında neler söylemek istersiniz?
- Az önce bahsettiğim hem cenaze gerçeği hem de isim belirleme seçeneği detayında olduğu gibi aslında bu roman Mikail’in romanı ve Mikail’in kefareti üzerinden başlayan bir yolculuk. Romanın birinci ismi, ‘Kefaret’ idi ikincisi ise ‘Zamanı Tanrı Yaşar’ o yüzden iki başlığı da her sayfada okuyucuya hissettirmeye çabaladım ve sanırım edebiyatçı olmanın en ağır şartlarından biri bu başından sonuna değin planlı çalışma durumu. Okuyucu vicdan muhasebesi yapsın, suçluluk hissiyatına ortak olsun, kefareti boynunda taşısın diye gereğinden fazla çaba sarf ettim. Ortaya çıkan eser bu ve en nihayetinde okuyucu yedinci kahraman olarak bu yolculukta kendine yer buluyor.
Mikail’in yaşadığı içsel çatışmanın, okuyucunun kendi iç hesaplaşmasını tetikleyecek boyutta olması için hangi yöntemleri kullandınız?
- Ben bir yazar olmakla birlikte öncelikle bir okuyucuyum ve okuyucu ne okumak ister daha önce okuduğum yüzlerce belki binleri aşan kitapla bunun ayırdına vardığımı düşünerek yaratıyorum karakterlerimi. Kendi yöntemlerimi deniyorum, kendi tarzımı oturtmaya çalışıyor bu coğrafyada bir Seyfettin Araç edebiyatı var etmeye çalışıyorum; aynı şey yarattığım uç karakterler için de geçerli elbette. Ben iç hesaplaşmaların yazarım. Başka yazarlar insan, ağaç, doğa, cadde, mekân tasviri yaparken ben sadece iç hesaplaşmaları, iç yolculukları tasvir ediyorum ve sanırım beni bu özelliğim farklı kılıyor. Yaratmaya çalıştığım profil de bu sıra dışı olma detayında gizli.
Gerçek yaşam öykülerinden, özellikle de kişisel deneyimlerinizden yola çıkarak “yarım kalmış bir hayatın izdüşümü” olan bu eseri nasıl kurguladınız?
Gerçek bir olayı, yaşanılan derin acıları romana ana gövde olarak aldım sonra kurgusal olarak yenilikler ve farklılıklar ekledim. Diyaloglar bölümünde daha da uzatabileceğim o kadar bölüm vardı ki o zaman eser bin sayfayı aşacak gibiydi. Eser gerçek anlamda bir ‘yarım kalmış bir hayatın izdüşümü’ olarak kurgulandı. Karakterler ve olayı iki ayrı bölümde ele almayı sonrasında da diyalogları eklemeyi planladım fakat her eserimde olduğu gibi bunda da klasik yöntemimi bozmadan devam ettim; yani adım adım nakış işler gibi işledim yolculuğu. Okuyucu yolculuğa çıksın istedim çünkü.
Gerçek olayların edebi dönüşümü sürecinde, olayların duygusal ağırlığını ve özgünlüğünü korumak adına hangi noktalara dikkat ettiniz?
- Her şeyden önce hikâyenin ana temasına sadık kaldım. Karakterlerin ve yaşanılan olayın doğasına zerre dokunmamaya gayret ettim. Olayların duygusal ağırlığı üzerimde bir yük gibi görünse de kurguyla bunu bozabilme tehlikesi beynimi çok yordu. İnce eleyip sık dokudum, severek ve büyük bir heyecanla adım adım tamamladım. Özgün olması iyi bir fikirdi fakat özgün olan her şeyin bir yerde bir dokunuşa da ihtiyacı oluyordu ben de keyifli dokunuşlarla zenginleştirmeye çabaladım. Kurguyla gerçeğin aşkı diyorum buna.
Türk edebiyatında melankoli ve derin iç hesaplaşmalarıyla özdeşleşen bir isim olarak, kendinizi ve yazım üslubunuzu bu yeni eserde nasıl konumlandırdınız?
Bu deyim çok onore edici çünkü gerçekten de yaratmaya çalıştığım şeylerden biri de buydu; melankolinin ve derin iç hesaplaşmaların yazarı olmak. Beni diğer yazarlardan ayıran edebi fark bu sanırım. Ben içsel yolculukları yazmayı seviyorum, derin iç hesaplaşmalarla bu yolculuğu vadediyorum. Gri kelimelerle melankolik bir dünya yaratıyorum. Gerçek edebiyatla popüler kültür ürünlerinin arasındaki farkı okuyucuya kendi ağır eserlerime vermeye çalışıyorum. Modern Çağ Edebiyatının en iyilerinden biri ve çıraklık eserini gururla sunan bir yazar olarak görüyorum.
Gelecek projelerinizde, “Zamanı Tanrı Yaşar”da denediğiniz yeniliklerin veya kullandığınız anlatım tekniklerinin tekrarlanıp tekrarlanmayacağı konusunda bir öngörünüz var mı?
- Yeni eserlerde yine denenmemiş teknikler deneyeceğim bundan eminim, hatta önümüzdeki sene çıkarmayı planladığım romanım için de öyle bir çalışma devam ediyor. Kendini tekrarlamayan ve edebiyata yenilik katacak türler için uğraşıyorum. Elbette ki hikâyenin farklılığından, olay örgüsünün güzelliğinden, karakterlerin sıra dışılığından ödün vermeden yapmaya çalışacağım bunu. Her yeni yeni bir modern çağ örneği olsun diye uğraşma derdindeyim. Kendi edebiyat alemimi yaratırken bu ince nüanslar yol göstericim olacaklar.
Edebiyat dünyasında farklı platformlarda yer almanızın ve aktivist kimliğinizin roman yazım sürecinizi nasıl etkilediğini düşünüyorsunuz?
Dünyayı gezmek, hayatı bilmek, insanlar arasında olmak, farklı hayatlar dinlemek, değişik kültürlere tanık olmak, aktivist olup insanlık için uğraşmak, farklı platformlarda iddialı olmak romancılığı besleyen kıymetli detaylar. Hayat bir ağaç ise bu detaylar da dalları. Fakat tekrarlamaktan keyif alarak söylüyorum ki ilk gençlik yıllarımda bir gün büyük bir yazar olurum parolasıyla planlı programlı okumaya, araştırmaya başlamıştım. Düzenli bir mesai içinde hala her gün okuyor, araştırıyor ve yazıyorum. Yaşadıklarım, kimliklerim bana sadece farklı pencereler konusunda renk katıyor hepsi bu.
Farklı sanat dallarındaki ilginiz (gravür, harita, yağlı boya koleksiyonu vb.) eserlerinizde nasıl kendini gösteriyor?
- Sanat sonsuz bir derya ve bu sonsuzluk hissi tüm sanat dallarında kendini insan ruhunda yaşatmak istiyor. Gravür toplamaya başladığımda henüz çok gençtim, haritalar için gezindiğimde ruhum elli yaşında bedenim yirmi bile değildi, yağlı boya toplamak istediğimde edebiyatın içinde aşkla geziniyordum ve fakat resmin mucizelerine de inanıyordum. Elbette ki tüm yapıtlarımda bu güzel detaylar kendini belli belirsiz gösteriyor biliyorum çünkü sanat matematik değil netlik yok ama sonsuz hissiyatlar bütünlüğü var ve romanlarımda bu hisleri yakalamak okuyucunun takdiri.
Mazıdağı'nda dünya gelmek, Ali Emiri ve Ziya Gökalp'te eğitim görmenin sizde yarattığı etkiler?
- Mazıdağı’nın çorak bir köyünde doğdum ve doğduğum köye elektrik, su çok geç geldi. Köyümüzde okul olmadığı için devlet parasız yatılı okulunda okudum hem de altı yaşımdan on bir yaşıma değin tüm ilk okulu. Sonra Ali Emiri kültürü ve Ziya Gökalp ekolü ile tanıştım. Eserlerimde ilk harften son harfe kadar coğrafyanın ve kültürün etkisi yadsınamaz bir gerçek. Mardinli bir yazar olduğum için çok kültürlü bir hayata inandım hep. Son romanımda bu çok kültürlülüğü çok farklı hissettirdiğimi düşünüyorum ve okuyuculardan, gazeteci dostlardan, yazar arkadaşlardan övgü dolu tepkiler alınca içim içime sığmıyor. Doğduğum coğrafyanın aldığım eğitimin bende yarattığı etkiler eserlerimde hayat buluyor ve bu çok düşsel.
Seyfettin Araç Kimdir
Seyfettin Araç, 20 Eylül 1982'de Mardin'in kadim ilçesi Mazıdağı'nda dünyaya geldi. Çocukluk ve gençlik yıllarını farklı kültürlerin harmanlandığı şehirlerde geçiren Araç, bu zengin coğrafyanın izlerini eserlerine yansıttı. İlköğrenimini Mazıdağı Yatılı İlköğretim Bölge Okulu'nda, ortaöğrenimini Diyarbakır Ali Emiri Ortaokulu'nda ve lise eğitimini Diyarbakır Ziya Gökalp Lisesi'nde tamamladı. Üniversite eğitimini ise İstanbul Bahçeşehir Üniversitesi İletişim Fakültesi Radyo TV Sinema Bölümü'nde alarak iletişim dünyasına adım attı.
Edebiyatla kurduğu derin bağ, onu yazmaya teşvik etti ve 2020 yılında ilk eseri "Kent Şiirleri" ile okurlarıyla buluştu. Ardından 2021 yılında "Sevgili Yalnızlık" ve 2023 yılında "Unutulmuş Topraklar" romanları yayımlandı. Eserlerinde insan ruhunun derinliklerine inen, aşkı, yalnızlığı ve toplumsal meseleleri kendine özgü bir üslupla işleyen Araç, kısa sürede edebiyat dünyasında kendine sağlam bir yer edindi.
Uluslararası PEN Yazarlar Birliği Türkiye Denetleme Kurulu üyesi olan Araç, aynı zamanda Beşiktaş Jimnastik Kulübü Genel Kurul Üyesi'dir. Edebiyatın yanı sıra gravür, birinci basım kitap, harita ve yağlı boya koleksiyonu gibi farklı sanat dallarına da ilgi duyan Araç, çok yönlü bir kişiliğe sahiptir.
Edebiyat dergilerinde yayımlanan yazıları ve makaleleriyle de tanınan Araç, ülke çapında birçok konferans, panel ve davete konuşmacı olarak katıldı. TRT Ankara Radyosu Edebiyat Danışmanları arasında yer alan Araç, misafir öğretim görevlisi olarak da görev yapmaktadır. Aydınlar kurullarına davet edilen Araç, aktivist kimliğiyle de tanınmaktadır.
Teşekkür Seyfettin Araç
Başarıların daim olsun